22 Aralık 2011 Perşembe

10 Kasım 2011 Perşembe

Onun özel korumaları yoktu, onun korumaları halk'tı



Kimimiz, bu tarih dönemlerinde değil de, onun yaşadığı dönemlerde yaşamak isterdi. Onun kurmuş olduğu Cumhuriyet'i canlı olarak izleme fırsatı yakalamak, onun liderliğinde yönetilen bir ülkede yaşamak, kimilerimizin en büyük isteğiydi. İçimiz acıyıp, yüreğimiz üşüyor. Türkiye, 10 Kasım 1938'den sonra acaba bir ''adam'' görebilmiş mi? -sanmam. Ben ve benim gibi düşünen herkesin ömrü senin olsaydı keşke. Mesela, onun özel korumaları yoktu, onun korumaları halk'tı. İşte böyle bir güzelliktir Mustafa Kemal'i anlayabilmek. Mekânın cennet olsun ATAM!

14 Ekim 2011 Cuma

Aslanlar'da sever


Bu post'u oluştururken aklım halen daha kutup ayılarında kaldı. Kutup ayılarının fok balıklarını avlamak için buzlara kafa atarak delmesi hafızama işledi :) -gerçi hoş, bu hayatla nasıl başa çıkılabileceğinii gösteren en güzel kanıt olduğunu görmek gibi bir şey. Neyse efenim, şu hastalık haftasında bolca miktarda Nat geo wild izleme fırsatı buldum. 

Aslanlar'ın artık nesli yavaşca tükenmeye, sayılarının azalmaya başlamasının üzüntüsü içerisindeyim. En ürkütücü hayvanların başında gelseler de, Aslan'sız bir vahşi yaşam ya da doğa düşünemiyorum. Umarım Aslanlar'ın nesli tükenmez, sonuç olarak Aslanlar'da sever arkadaşlar. 



4 Ekim 2011 Salı

Mr. Popper's Penguins @Babam'ın Penguenleri

Ah şu bademcik şişmeleri, ah şu kötü hastalıklar! Sanırım film izlemek, hasta olduğun dönemlerde daha keyifli geliyor. -Pazar gününden beri hastalık sendromu yaşıyorum, sürekli antibiyotik ve ağrı kesici içerek yanına da meyve tüketerek bu hastalığı bitirmek istiyorum. -umarım hastalık geçer. Dün izlemiş olduğum bir filmdi Mr. Popper's Penguins ve hoşuma da gitti. Jim Carrey'nin buna benzer bir animal/komedi filmi daha vardı. Film, New York'da çekilmiş, bazı kısımları da Antartika'da. Popper (Jim) oturduğu evde penguenler ile yaşayan bir adam haline geldi :)

 İlk başta, penguenler çok iş açmışlardı onun başına, velhasıl daha sonrasında penguenleri çok sevdi. Aslında sevmesinde ki en önemli rol, çocuklarıydı. Bu arada çocuklarından konu açılmışken, Popper'in kızı neydi öyle!? Tam bir facia, kız ergenlik dönemindeydi, bilmem ne kişisi beni dans teklif edecek mi? etmeyecek mi? diye geçirdi tüm saat boyunca filmi. -böyle kızlar var evet ahaha.



Benim en sevdiğim kısım ise şu üst taraftaki yemek yeme anıydı :) ki, o kısımda 5 saniye kadar sürdü. Popper dua ediyor, daha sonra yemek yemeye başlıyor, penguşlarda ona uyum sağlıyorlar. Film'in içerisinde en çok düşündüğüm şey ise, bazı bölümlerde penguenlerin gerçekten de bir animasyon değil de, gerçek olmalarıydı. Acaba öyle mi dersiniz!? Bazı hareketleri penguenlerin gerçek hareketleri gibiydi. Film'de Popper, eşi ve çocuklarıyla ayrı yaşıyordu, daha doğrusu eşinden ayrılmış vs. Penguenler, bu aileyide birleştirmiş oldular böylelikle. Küçüklüğümden beri penguenlere sempati duyan ben, bu film'in türkçe dublajını bekledim :) geldiğini görünce nihayetinde izleme fırsatım oldu. Hastalığımı da unuttum :) izlemek isterseniz, buyrunuz efenim. 




28 Eylül 2011 Çarşamba

Hey dişi bloggerlar! sizlere soruyorum :)



İnternet'de T-shirt tasarımlarına bakarken bir web sitesinde rastladığım bu T-shirt'ü sizlerle paylaşmak istedim. T-shirt'ün renk tasarımının sade beyaz olması çok kötü olmuş fakat ana tema diye bir şey de yapmışlar :) -ben de merak ettim, sizlere bir sorayım dedim. Bu şekilde mağazalarda T-shirtler tasarlanıp satışa sunulsaydı, alıp giyer miydiniz? Benim hoşlandığım kesin :)



27 Eylül 2011 Salı

Nice ışıkla korunurum

Ve onun gece kalkıp terlemiş t-shirt'ümü çıkartıp yeni t-shirt giydirmesi gibi güzel görüntülerde vardır bu dünya'da.


gecenin güzel şarkısı; Coldplay - The scientist

20 Eylül 2011 Salı

guguk.

Bu şekilde pantolon türleri üretilse, en yakın mağaza shop'larına akın edilir :) Ben bu karakteri çok sevdim. Yüzündeki o gülümsemeyi herkes yapamaz! :) -ben de dahil ehe


16 Eylül 2011 Cuma

Maskemi çıkartınca buyum ben!


Maskemi çıkartınca buyum ben! İnsanları güldürürken elinin tersiyle gözyaşlarını silen.


15 Eylül 2011 Perşembe

Harry Kewell: ''Kendimi iyi hissediyorum.''



Harry Kewell, ayağının tozu ile gittiği ülkesinde basının sorularını yanıtladı. A Ligin’de ilk antrenmanında yeni arkadaşlarıyla tanıştı.

Kendisi hakkında yapılan haksız yorumlara cevap vermek ve kendisini
kanıtlamak için maçlara çıkacak olan adamımız ‘’Kendimi çok iyi hissediyorum’’ dedi.!

Sakatlık konusuna da değinen Harry, ‘’Bir çok insan bana sakat diyor. Evet, Liverpool’da 3 sezon geçirdim ve ne yazık ki sakattım. Fakat onlar benim Liverpool’da 42 maça çıktığımı unutuyorlar. Ne kadar çok maç yaparsam yapayım, bir sakatlık anından sonra herkes üzerine atlayıp kötü bir eleştiri yapıyor.’’ dedi.

Avustralya’ya gelmeden önce 3 hafta kişisel olarak çalıştığını ifade eden Harry Kewell, ‘’Melbourne Victory’nin programı ile çalışıyorum. Kendimi iyi hissediyorum ve futbola başlamak için hazırım. Vücudumu güçlendiriyorum. Liverpool ve Galatasaray’da ki gibi saldırgan, güvenilir ve kuvvetli olarak başlayacağım.’’

Avustralya’da sağlık sistemlerine de değinen adamımız, ‘’Buradaki sağlık sistemleri inanılmaz derecede süper. Buraya gelmemin ana sebeplerinden biride bu. Dünya’da gördüğüm en iyi sağlık sistemleri burada var’’

Melbourne Victory takımının asistan koçu Kevin Muscat’da ‘’Harry Kewell, buraya sağlıklı döndü ve beni hayalkırıklığına uğratmadı.’’ dedi.

http://facebook.com/harrykewellTR


 

14 Eylül 2011 Çarşamba

@Güzel gülen, güzel yüzlü adam! :)


Galatasaray'da geçirdiği 3 sene içerisinde bu gülüşü bolca miktarda görmüştük bizler! Her ne kadar artık o uzaklarda olsa da, tekrar gülecek elbette. Bizler de o fotoğraflarına bakarak hep birlikte gülmüş olacağız. Seni unutamaz bu taraftar.



5 Eylül 2011 Pazartesi

V for Vendetta



İzlemiş olduğum filmlerde en iyi olanların başında gelir V for Vandetta. V'yi izlerken, hayatın gerçekliklerini görebilirsiniz. Bu filmi izlemeyenler varsa muhakak izlesinler.

''Dünyanın iyi yönde değiştiğini hiç görmedim.'' (V For Vandetta)


31 Ağustos 2011 Çarşamba

Christopher Schmid'i gören var mı?



Alman gothic/doom metal gruplarından Lacrimas Profundere'un vokaliydi bu abimiz. 2004'de Ankara/Saklıkent'de muhteşem bir konser vermişlerdi, en ön sıradaydım. Konser boyunca şarabını eksik etmememişti ağzından :) En sevdiğim vokallerin başında gelir, onu dinlemek kafanızı epeyce dinlendirir. Fakat gruptan ne yazık ki ayrıldı 2 sene önce. Almanya'da olsam, cadde'de yürürken karşıma bir çıksa bir çıksa, ne güzel olur :)
Ave end şarkısını da dinleyebilirsiniz; Lacrimas Profundere - Ave End

Haydi herkese mutlu bayramlı haftalar.


28 Ağustos 2011 Pazar

Ayşe Arman ve saçları :)

Bu kadını tanıdığımdan beri her daim sevmişimdir saçlarını. Bir kaç kız arkadaşlarıma ''Ayşe Arman'ın saç şekli ne?'' diye sorsam da tatmin edici cevap alamadım ehe. Aldığım cevaplardan biri de; ''Kırpık'' saç şekliydi :) Pazar günümün ilk gülücüğünü atmış oldum böylelikle. Aslı'ya kocaman teşekkürler :) eğer bir kadın, bir kadının saçlarını örnek almak isterse, bu Ayşe Arman olmalıdır. Blogger'da moda ve saç üzerine bilgisi olan bir çok blogger arkadaşım var, onlara soralım o halde. Ayşe Arman'ın bu saç şekline ne deniliyor? :)









http://twitter.com/baranuludag

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Benim de Golden'im olsun, dünya benim olsun.



Çocukluğumdan beri istemişimdir bir Golden'im olsun da, ben ona bakayım, beraber parklarda dolaşalım, yürüyüş yollarında yürüyelim vs vs. Bir çok hayalimi gerçekleştirmeme rağmen 24 yaşıma geldim ve halen daha, bu çocukluk hayalimi gerçekleştiremedim :) -günün birinde gerçekleştireceğim! evet:) Şu haftalar köpek sevgisi çoğaldı ben de dostlar :)

bizim küçük sadık dost basket atacakmış, kim tutar seni? :)




hadi tamam herşeyi anladım, çok alımlı bir yönün var, yakışıklısın da :) fakat bu bakış neyin bakışı? yerim lan seni tipsiz:)



http://twitter.com/baranuludag

7 Ağustos 2011 Pazar

Renee Zellweger bana gelir misin?


Ne kadar da boşlamışım blogu ben sahi? -olmadı bu böyle. Neyse onu tanıdığım sene 2005'di. Bir ara sadece Renee filmlerini izlediğim için tüm filmlerini izledim, içlerinden en güzeli de ''The bachelor'' isminde ki bir filmdi. Fakat geçen hafta ''New in town'' filmini izlerken, Renee için bir post oluşturmak istedim. Çok önceki postlarımda Renee hakkında bir post yazmıştım, bu post'da da şık fotoğrafları dursun istedim :) Benim platonik aşık olduğum bu şeker hatunu tanıyanız vardır illa? :) yerim ben onu. Onunla 1 gün evimde kalsam, ne  de güzel olur ahaha.


Aslında Renee, turuncu çantasını taşıyıp turuncu terliğini giyerek ona olan sevgime karşılık vermişti o gün. Fakat bu hiç fotoğrafın açıklamasında yazılmadı? neden!? AHAHHAHA


Allah'ım sana geliyorum! Havaalanında arama kısmındayken çekilmiş bu fotoğraf, ne de şeker bakmış? :)





Bu köpek 2 post önce ki yazdığım Hachiko film postunda ki Hachiko türüne ne kadar da çok benziyor :)



20 Temmuz 2011 Çarşamba

Snow Patrol - Run


Geçen sene Eylül ayında gerçekleşen 360 derece U2 konser organizasyonunda grubu canlı olarak izleme şansı yakalamıştım. U2 alt grup olarak çıkan Snow Patrol mükemmel bir konser yaşatmıştı bana ve diğer dinleyicilere. O yazım şurada; Snow Patrol@ 360º Olimpiyat Stad'ında coşturdu

Run şarkısını canlı olarak dinleyebildiğim için de ayrı bir şanslıyım .) -bekliyorum, bakalım bir kez daha gelecekler mi? diye!



17 Temmuz 2011 Pazar

Hachi: ''A dog's story''

Sizlere mükemmel bir film önereceğim! Sıkı durun!!

Dün akşam canımın sıkılmasından dolayı kendimi farklı işlere atsam da, atlatamadım ne yazık ki. Bu soruna filmler yetişti ve bana ''Hachi: A dog's story'' filmi dur dedi!

Hachi ya da Hackiko, gerçek yaşam öyküsünü kendi bünyesinde barındıran güzel bir film. Daha önce 1987 yılında çekilmiş ve 2008 yılında tekrar senaryolandırılmış. Richard Gere bu filmde Profesör olmuş ve köpeklere olan düşkünlüğü ile filmde adeta döktürmüş. Bu filmi izlerken gözleriniz dolabilir, bir kaç sahnede ağlayabilirsiniz. İşte bu film o duygularınızı ortaya çıkaran en güzel film türlerinden. Hachi'nin hikayesi Japonya'dan bir adamın kafesle uçağa koyulup başka bir ülkeye gönderilmesi ile başlar ve tren istasyonunda Richard'ın karşısına çıkarak tamamen değişir.


Profesör, yolda bulduğu Hachi'yi ilk önce istasyon güvenliğine vermek ister fakat güvenlikteki adam sahibinin aramadığı halde onu barınağa yollayabileceğini söyler. Akabinde durum farklı boyuta gelir ve Profesör Hachi'yi evine getirmeye karar verir.  Üzerinden 1 hafta geçer, Hachi'nin sahibi bulunmaz ve bu süre içerisinde Profesör Hachi'ye çok alışır. Eşinin mutlu olduğunu gören Joan, Hachi'nin kalmasını ister. İzlerken bu film'in gerçek hayattan alınmasını düşündükçe tüylerim diken diken oluyordu.

Profesör, işinden döndüğü anda her zaman Hachi tarafından aynı yerde karşılandı. Bir köpeğin bunu yapması o kadar çok etkileyici ki anlatılamaz. -gerçek hayatta da böyleymiş. Hachi büyüdükten sonra daha da çok iyi anlaşan Profesör onunla her zaman oyun oynadı. Bir gün Profesör okulda ders verirken beyin kanaması geçirir ve oracıkda ölür. Hachi ise her gün onu işten dönüşünde beklediği yerde bekler.


Profesör öldükten sonra eşi o evden taşınır ve Hachi'de kızının evine gönderilir. Fakat Hachi, bu durumu sevmez ve her gün İstasyon'da bekler. Bir gün Tren istasyonundan Profesör'ün eşi eski evine bakmak için trenden iner. Orada Hachi'nin beklediğini görüp, hemen yanına gider. Hachi'nin, Profesör'e sadık olduğunu o anda anlar. (bkz: fotoğraf)


Lanet bir haftasonum, çok güzel bir filmle çok güzel hale geldi. İyi ki de izlemişim filmi ve sizinde izlemenizi tavsiye ediyorum. Daha önce izleyen var mı bilmiyorum fakat, hiç bu kadar Köpek dostlardan etkilenmemiştim.

Film'den bir kaç kareler;

Hachi küçükken;






Bu köpeğin türü Akita imiş ve insanlarla ilk tanışan türmüş. Film'de Profesör zaten bilgi veriyor. Sarılması ne kadar güzel değil mi?



Hachi, her gün Profesör'ü burada beklerdi.



Profesör'ün eşinin tren'den inip Hachi'yi gördüğü an.



10 Temmuz 2011 Pazar

Bon Jovi konseri hikayesi. @konserdeydim.


Senelerdir hayalini kurduğum Bon Jovi, nihayetinde ülkemize gelip konserini verdi. Konserini verirken de fırtına gibi esti. Bir önceki yazımda sizlere güzelce belirtmiştim,  8 Temmuz'da benim için hayat duracak ve Bon Jovi'nin o güzel sesi, Aslantepe'de tüm İstanbul'a yayılacak.'' diye.. öyle de oldu. John'un o mükemmel sesi, seyirciyi coşturan tavırları harikaydı! Konserde sanırım 40 bin kişi vardı ve en arka taraflardaki&tribünlerdeki kişilere bile hitap etmesini en iyi şekilde bildi John ve ekibi. Konser yaklaşık 2,45 saat sürmüş fakat bu bizlere 1 saat sürmüş gibi geldi, o kadar çok iyiydi ki herşey hiç bir şey eleştirilmez.

Ah o John yok mu John!! Bir insan şarkı söylerken bu kadar sempatik olabilir :) tüm söylediği şarkı boyunca seyirciyi o kadar çok düşündü ki, tribünlerdeki insanlara elini uzattı, saha içindeki arka taraflardaki arkadaşlara kollarını açtı. Hiç bir insanı ayırmamak için çok önem verdi, bu kadar seyircinin geleceğini tahmin etmiyordu. Şarkıları büyük titizlikle söyledi. Ayrıca hiç bir rock yıldızına ray-ban gözlüğü bu kadar güzel yakışmıyordur :)




Tahmin ediyorum ki, konser başlamadan yaklaşık 30-40 dakika öncesine kadar tribünler bomboş denilecek kadar azdı ve saha içinde bizimle birlikde sırasını almış arkadaşlar şaşırmıştı. Bir anda oldu ve Bon Jovi sahne almaya başladığında her yer doldu. Biz de sıkı bir gaza geldik ve biran önce başlamasını bekliyorduk! 8 Temmuz çok iyiydi, Türk Telekom Arena, çok iyi bir konser geçirdi. Konser sonrası merak ettiğim tek şey, Otoyoldan geçen araçların içindeki insanların bu sesleri duyup duymamasıydı. Çünkü seyirci olarak mükemmeldik, hemen hemen her şarkısında eşlik ettik, nakarat bölümlerinde sesimiz daha çok çıktı tabii. Bon Jovi bile çok şaşırdı. 18 yıl sonra gelen grup, belki de bu harika seyirciyi tahmin etmiyordu. Richie konser boyunca birayı götürdü :) Tico'nun hakkı yenmez! Johnun ''A yeee, aa yeee'' demesi hoştu :) hemen sonrasında  İstanbuuuul dedi. -aksanı harika! John; Uzun zaman görüşemedik, hazır mısınız? dedikten sonra o harika şarkı You give a bad name şarkısını söylemeye başladı. Şarkının son nakaratında ''siz söyleyin'' dedi. Biz de söyledik :) o nakarat bittikden sonra ''Yeeee'' deyip yüzündeki güzel gülüşü görmek çok güzeldi. Gerçekten seyircinin bu kadar heyecanlı, coşkulu olmasına şaşırmıştı. Mesela biz bu şarkının son nakaratını söylerken stadda ki ses müthişti. O da bu sese şaşırdı zaten. Onu şaşırtmaya devam ettik. Bon Jovi fırtınası devam ederken sıra benim şarkıma geldi tabii. It's my life'i taa liseli zamanımdan beri severek dinliyorum, o şarkının bana hissettirdikleri çok çok önemli. Lisede çıktığım kızlarla yaşadığım güzel anılarda hep bu şarkı olduğu için dönüp geriye baktığım hayatımda çok önemli yere sahip bu şarkı. Benim hayalini sürdüğüm şeylerden biri de, ''It's my life'' şarkısını Bon Jovi ile birlikte cap canlı şekilde söylemekti. Bunu da gerçekleştirmiş olduğum için çok mutluyum. Sizlere dev ekran için bir kaç iltifat edeceğim aşağıda fakat ondan önce şunu da belirtmek istiyorum ki, bu şarkıda dev ekran çok rengarenk ve cap canlıydı. Her karede John ve Tico vardı. Küçük bir not şeklinde bir şey yazmak istiyorum. Bon Jovi bu şarkı için ''Bu şarkıyı Türkiye'de ilk defa söylediğimize inanamıyorum'' gibisinden konuşma yapmıştı.

Azıcık Pretty women şarkısına değinmek istiyorum. -Zaten bu şarkı yazılmaz da hangi şarkı yazılır? Bad medicine şarkısı bittikten sonra Pretty women şarkısı başladı ve hepimiz bir anda coşmaya başladık. Konser'in en güzel kısmını göreceğimiz ya da yaşayacağımızı düşünmüyorduk bile. John üzerindeki giysiyi çıkartıp A milli formamızı giyince bizler iyice çılgına döndük ve daha da delirdik :) John'un o şekilde şarkıyı söylemesi gerçekten muhteşem bir şey ve biz bu jest'in karşılığında ne yapacağımıza şaşırdık.

Artık konserin sonlarına doğru yaklaşmıştık ve yanımdaki arkadaşlarımla eksik şarkıları konuşuyorduk. Tam o sırada John bir şey söylemeye başlamıştı ve o şarkının ismi ''Livin on a prayer''dı :) Bu şarkıyı söylerken üzerinde siyahlar vardı, siyah yakışıyor bu adama! :) Şarkının başlangıcında ki o müzik yok mu o müzik!! O müziğin yanında bi de ağızdan çıkan güzel ses efektleri yok mu? ah ah. Nasıl da hareketlendiriyordu bizleri. Orada durmak, John'u izlemek ona bu şarkıda eşlik etmek tüylerimi diken diken ediyordu. -ve yanımda çevremde benim hislerimi yaşayan tüm arkadaşlar! Şarkının ''we are half way there, livin on a prayer'' kısmında ki ''Ooooo'' uğultusun halen kulağımda hissedebiliyorum. Bu uğultudan sonra yanımdaki arkadaşlarımla çok mutlu olduk. Şarkı bittikten sonra John ''teşekkürler, iyi geceler'' dileklerini dileyip konserin bittiğini kısaca söyledi.


Söyledi fakat bizler bu konserin bittiğine inanamadık! O sırada Galatasaray atkısı atıldı John'a ve atkıyı açıp bizlere gösterdi :) Tüm grup elemanları sahneden indiklerinde, bizleri selamladıklarında bu gecenin bitmemesi için mırıldansam da grup bir anda sürpriz yaptı bize :) Bir eksik vardı! O eksik de, It's my life'dan sonra en çok hit alan ''Always'' isimli şarkıydı. Onu söylememişlerdi ve onu söylemek için tekrar yerlerini alıp bizlere değer verdiklerini gösterdiler! Always şarkısı gecenin güzel olduğunu, bu anın özleneceğini anlatan bir şarkı oldu. Always söylenmeye başlandığın da herkes slov şekilde şarkıya eşlik etmeye başladı. John şarkıyı söylerken ''We love you baby'' kısmında durduğu görüntü gecenin en son güzellik olarak hafızalarımda kaldı. İki elleri ile mikrafonu tutması, boynunu hafif bükmesi bu şarkıya uyuyordu. Çok üzgündü, belkide kendi yaşadığı görüntüler geliyordu yumduğu gözlerinin içine. Şarkının 1. kısmı bittikten sonra bizlere bakışı da herşeyi anlatıyordu. Şarkıda olduğu gibi ve senin de dün gece bizlere söylediğin gibi ''We will find a place where the sun still shines.''

Hayatımda yaşadığım en güzel konserdi, ağzına sağlık John. Gitar çalan, davula vuran parmaklarınıza sağlık Tico, Richie ve David! Umuyorum ki bu sefer 18 sene değil, 1 sene ara olur ve bizler yine 1 sene sonra seni izlemeye koşa koşa geliriz!


Aslında ''Purple Concerts'' organizasyon ekibine de bir teşekkür gerek. Herşeyi ayrıntısına kadar güzel şekilde düşünmüşler. Konserin tamamını dev ekrandan çok iyi şekilde çekip yansıttılar. video kameranla al çek klip şeklinde, o derece güzeldi. Tribün ve sahne arasındaki geçişleri harika yaptılar bir ara gözüm sadece dev ekrana takılmıştı.


3 Temmuz 2011 Pazar

İtinayla 8 Temmuz'u bekliyorum! (@Bonjovi konseri)



8 Temmuz'da benim için hayat duracak! Bon Jovi'nin o güzel sesi, Aslantepe'de tüm İstanbul'a yayılacak. Yıllardır It's my life'i dinleyerek ve uzun senelerce ülkemize gelmesini dilediğim Bon Jovi, İstanbul'u sallayacak. It's my life, runaway, living on a prayer şarkılarını canlı dinleme/izleme fırsatı bulacağım!

Sipariş ettiğim biletim 1 hafta önce gelmişti. Oda'mın en sevdiğim kısmında tutuyorum :) Allah'ım ne olur 8 Temmuz biran önce gelsin! Yakın çevremdeki arkadaşlarımı fena şekilde yeterince imrendirdim, sizleri de imrendireyim şöyle.

hadi dinleyelim; Bon Jovi - It's my life




Hafif gri, hafif turuncu, hafif siyah.



Bir şarkının sonlarına doğru yaklaşmış haykırış biçimi. O haykırış ses tonu!! Yorgun göz kapaklarıma dokunuyorlar. İz mi oluşacak? -ne kadar sürecek? ne kadar süre sonra geçecek? Eski ayakkabılarda her zaman öyledir. Üzerlerinde çok büyük izler taşırlar, ne kadar insanlık kavramı göremese de onların da vardır elbet yürekleri. Aklımda yaşadığıma dair bir tek; ''caddelerde bile yalnız yürürüm ben, ayakkabılarımla.''

30 Haziran 2011 Perşembe

HIM - Scared to Death -dinlediniz mi?


HIM'in yeni albümü olan ''Screamworks: Love in theory and practice''den bir şarkısı. -İlk çıktığında alışamamıştım, fakat şimdilerde playlist'den eksik etmediğim şarkılardan biri oldu. -siz dinlemiş miydiniz? Eğer dinlemediyseniz eminim ki seveceksiniz.





27 Haziran 2011 Pazartesi

Kaplan ve minik çocuk?

Bu tür görüntüleri görmemiz bizi çok etkiliyor. Belki de hayvan diye adlandırdığımız Kaplan, İnsanlar'dan daha iyi bir kalbe sahiptir?


26 Haziran 2011 Pazar

Matilda Kewell :) (babasının kızı)


Anne, kız her zaman olduğu gibi tekrar bir gün sokağa çıkarlar. Eğlenceli vakit geçirirler, Annesi kızı ile çok yakın bir arkadaş gibidir. Kızına kendisine olan güvenini ortaya çıkarttırır. Alışverişe gidip güzelce cici şeyler alırlar. Gün sonunda yorulur küçük Matildacık ve evin yolunu tutar annesi ile birlikte. Sonra mı? Eve vardığında babası Harry Kewell, bir güzel Matilda'yı yer yer bitirir :)

Dilim'den anlamıyorsun Matildacık, fakat söyler misin bana, o nasıl bir gülücük atmak? o nasıl bir tatlılık? :)



Baran Uludağ
http://twitter.com/baranuludag